Geçtiğimiz günlerde, toplumsal eylem ve hak arama biçimleri karşısında sermaye ve iktidar unsurları lehine şekillenen yargı pratiğinin bir örneğini daha gördük ve bir dava daha acele şekilde karara bağlandı.

Ermenekli maden işçileri, bir yıla yakın süre çalışıp hak ettikleri maaş ve ücretlerini alamadıkları için gerçekleştirdikleri protesto eylemleri sebebiyle yargılandı ve cezalandırıldılar. Yaklaşık 13-14 ay boyunca maaş alamayan maden işçilerine tam anlamıyla düşman ceza hukuku uygulandı ve verilebilecek en ağır cezalar verildi.

25 Kasım 2020 tarihinde hakları için Ankara’ya yürümek isteyen Bağımsız Maden İş Sendikası önderliğinde Ermenekli maden işçilerine yönelik polis saldırısı sonrası polisler hakkında takipsizlik kararı verilirken, madenciler hakkında dava açılmıştı. Sanıklar arasında, daha sonra trafik kazasında kaybettiğimiz Bağımsız Maden İş Sendikası Başkanı Tahir Çetin’in de yer aldığı maden işçileri hakkındaki 2,5 yıldır sürmekte olan davada; Mahkeme ısrarla farklı illere tayin olup dağılan müşteki polis ve jandarmaların ifadelerini tamamlamaya çalışırken, 1 Haziran tarihindeki duruşmada bundan vazgeçip Savcıdan esas hakkında mütalaa istemişti. Daha sonra soruşturmanın genişletilmesine yönelik tüm taleplerimiz reddedilmiş, 23 günde 4 duruşma yapılmış ve 23 Haziran günü (2 kişi hariç) tüm madenci sanıklara ceza verilmiştir. Dosyada müşteki ifadeleri ve müşteki polis ve jandarmanın çektiği, yine onların çözümünü yaptığı kamera kayıtlarından başka hiçbir kanıt yer almamış, polis fezlekesi iddianame olmuş, iddianame mütalaa olmuş ve en sonunda mahkeme kararı haline gelmiştir. Son yıllarda tüm toplumsal dava dosyalarında yaşanan bu durum artık sarih şekilde şunu göstermektedir ki, bu ülkede savcılık makamı süjelik konumunu yitirmiş, yargılama faaliyeti bir bütün olarak ortadan kalkmış, kendine verilen emir gereği karar açıklayan hakimler yargı pratiğinin meşruiyet biçimlerini dahi görmezden gelir hale gelmişlerdir.

Ermenekli maden işçilerine karşı yürütülen “yargılama” pratiği ve haklarında verilen ceza kararları da sıra dışılık vurgusu olmaksızın anılamaz hale gelen “hukuk tarihimize” geçecek niteliktedir. Madenci eşi Fadime Bahçeci, kolluğun madencilere uyguladığı fiziki şiddet ve biber gazına tepki olarak o sırada önünde durduğu manav tezgahından aldığı domates ve cennet meyvelerini karşıdan fırlattığı için “görevi yaptırmamak için direnme” suçu nedeniyle 8 ay 10 gün hapisle cezasıyla cezalandırılmış; sendikanın örgütlenme uzmanı ise işçileri sendikaya üye yapmakla, işçileri örgütlemekle suçlanmış ve cezalandırılmıştır. 9 kişiye 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten, 14 kişiye ise görevi yaptırmamak için direnme suçundan ceza verilmiştir.

Tüm özneleriyle kendi meşruluk biçimlerine dahi sırtını dönmüş yargı pratiği, bu “bağımlı” ve pervasız karakterinin aşırı temsilinden çekiniyor, “hukuk varmış gibi” davranıyor olsa idi; temel ve anayasal haklarını kullanan işçileri değil, onları coplayan, biber gazı sıkan, TOMA ile üzerlerine yürüyen kolluk mensuplarını cezalandırmış olurdu. Ancak bu karar, tümüyle sermaye çıkarını temsil eden iktidarın yargı eliyle, işçileri cezalandırmasından ve bu bağımlılık ilişkisinin aşırı temsilden başka bir nitelik taşımamaktadır. Bu karar; işçilerden değil, Ermenek halkının üzerine kara bir bulut gibi çöken Özbey ve Uyar ailelerinden yanayım demenin bir başka biçimidir.

Bu haksız ve hukuksuz kararlar ne maden işçilerinin haklarını aramak için verdikleri mücadeleden onları vazgeçirecek, ne eşinin mücadelesine olan inançla korkusuzca TOMA’nın önüne duran madenci eşlerini korkutacak, ne de biz ÇHD’li avukatları işçileri savunmaktan vazgeçirecektir. İşçi sınıfının meşru mücadelesi eninde sonunda tüm prangaları söküp atacaktır. O güne dek yılgınlığa ve amansız bir karamsarlığa teslim olmayacak, gerek Ermenekli madencilerin gerekse de tüm işçi sınıfının sonuna kadar yanında olacağız.

    ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ